27 Aralık 2011 Salı

Yılbaşı Donunun Mahremiyeti - 2

    Bir önceki yazımı okuyan konunun muhatabı arkadaşım mesaj attı. Sesi kısık söylemesinin dışarıda olmalarıyla alakalı olduğunu söyledi. Ama bu açıklama sana politik anlamda bir kurtulaş sağlamayacak. :D Erkekler en ağza alınmayacak küfürleri belediye otobüslerinde dahi söyleyebiliyor, ancak hoşlandığını "kız"lara nazik gözükmek veya "ayıp olmaması" lüftunun gösterirken sesini kısıyorken bir kadın bu kontrol mekanizmasını her alanda taşıyor demek. Çünkü kamusal alan kadınlar için çok daha sınırlı. Yani çözüm gene queer devrime kalıyor dostum. ;)

Yılbaşı Donunun Mahremiyeti

     Bugün arkadaşlarla Celal Tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesine gittik. Orta şeker bir filmdi, kısa olması zamanımı daha az çaldığı için de olumsuz bir izlenim yaratmakta engel oldu. Asıl konuya geçmeden önceki gevelemelerimin bittiğini hissedince başlayacağım, evet.
    Arkadaşlarla küçükparka doğru yürüyoruz, 4 kadın, 2 erkeğiz. Erkeklerin biri önden yürüyor, diğeri benim. (hohoho) Öyle konuşulurken birden sesler kısıldı, meğersem yeniyıla özel iç çamaşırı ile girme muhabbeti yapılıyormuş. Ama o arkadaşlardan 3'üne out'um ve diğeri de tahmin ediyordur zaten. Anladım ki ben kadın arkadaşlarımla ne kadar yakın olursam olayım bilinçdışlarında ben onlar için hala gender olarak erkeği temsil ediyorum. Bunda yönelimimin pek bir önemi yok. Sonuçta erkeğim ve bir şekilde heteroerkeklere konulan sınır beni de kapsamış oldu. Umrumda olmayan kadın dünyası gizemi, kapılarını kapamıştı. Peki asıl rahatsız olduğum neydi? Belki benim onların gözünde hiçbir zaman cinsiyetimden sıyrılamayacak olmam. Queer devrim olsa da girsek.

23 Aralık 2011 Cuma

Kendi Kendine

       Bir yerlere gitmek için başkalarını ikna etmeye çalışmak ve tek başına bir yerlere gidememek bu motivasyonu gösterememeyi yıllar önce aştım. Ama bugün daha çok gözlemledim ki, ben kendi kendime baya baya eğleniyorum. 1 ile 10 arasında bir doyum derecesi olsa. Ben şuan 6 derecesinde tek başıma eğlenebiliyorum. Bu demek değildir ki arkadaşlarım bu skalayı yükseltmiyor, onlarlayken de 8-9 falan oluyordur. Kendi başıma da 7'ye kadar yükseldiği oluyor. Ama bugün dikkatimi çeken ben sesli olarak gülüyorum ve hatta kendi kendime baya baya konuşuyorum, geyik yapıyorum. (Buradan tekliflerimi reddeden arkadaşlarıma sesleniyorum, artık çok geç!!!)
       Aslında ben çocukken de bu dereceyi doldursam benzer bir şekil ortaya çıkardı. Her zaman kendi kendine  eğlenebilmesini bilen, kendini eğlendirebilen biri olmak önemli yaa. (kendini gıdıklamadan, lütfen.) Tabi bu benim maniyi savunma mekanizması olarak kullanma eğilimimle de alakalı olabilir. Bu konudaki en büyük sınavımı yılbaşında vereceğim sanırım, merakla bekliyorum. Gerçi geçen sene de çeşitli nedenlerle birlikte olduğum gruptan ayrılarak (12'den sonra) yurdun TV odasında tek başıma MTV izleyerek kalorifer peteğinin üstü dahil her yerde dans ederek geçirmiştim. Tamam bu senekinin bu kadar nevrotik olmasını ben de istemiyorum. Ama yeni yıla hangi şarkı ile gireceğim karar verdim: Gülşen- Sözde Ayrılık

14 Aralık 2011 Çarşamba

...

      Sınıfımdan gizli eşcinsel olduğunu düşündüğüm bir eleman, sınıftan başka bir kızla çıkmaya başlamış. Ondan duygusal veya cinsel bir beklentim yoktu ama bu ihtimal galiba benim yalnız hissetmememi sağlıyormuş.

6 Aralık 2011 Salı

Kişiler Gelişim

     Bugün arkadaşla buz patenine gittik. Gerçekten eğlenceli gerçi ve aşama kaydettiğimi görmek beni sevindirdi. 1 saatin sonunda artık tutunmadan kayabiliyordum. Her hafta gitmeye karar verdik ardından.
     Birşeyler öğrenmenin, insanın kendisi çok yönlü bir şekilde geliştirmesinin ne kadar zevkli ve özgüven geliştirici birşey olduğu açık. Peki neden bunlara şimdi vâkıfım. Aslında şimdi vâkıf değilim, 2 yıl önce plates kursuna gittiğimde de aynı mutluluğu, kendimi geliştirme hevesini yaşamıştım, ama sonra finansal nedenlerle son buldu.
    Bi yandan bu konuda geçmişten getirdiğim bir geleneğe de sahip değilim. (Çoğu ailenin çocuğuna kazandırmadığı gibi.) Benim yeni birşeylere heves etmem, tamamen kendi öz gelişimimle alakalı yani. Farz-ı misal, ben orta okuldayken, çok heves etmiştim, babamda bana orta boy bir org almıştı. Ve annem ona o kadar para verilir mi diye, günlerce başımızın etini yemişti. Hatta ben ısrarcı davranınca artık seni sevmeyeceğim bile dedi. (Yazarken komik geldi şimdi. :D ) Geçen arkadaşla bale izlemeye gittik. Abimle konuşurken tavsip etmeme beklentisi içerek bir ses tonuyla 10 liraya baleye gitmiş demiş falan. Bizim evde paradan ancak temel ihtiyaçlar veya bir yola çıkma -o da şehirler arası- ( nasıl bir geçmiş tecrübeleri var bilmiyorum) söz konusu olduğunda acınmaz. Resmen biz parayı değil, para bizi yönetiyor. Hem de ne için? Ev için, araba için, hac için, kurban için.
   Ben böyle olmayacağım. Paraya benim için sadece bir araç olduğunu göstereceğim. (onun canına okuyacağım dostum.) İyi de para kazanacağım, ama onu insanların çoğunun anlayamayacağı, geçici bir heves  olsun ya da olmasın benim için önemli olan şeyler için harcayacağım. (İsveççe kursuna giden dostum, seni de anlıyorum. )
      Uzun zamandır bu kadar içten bir entry yazmadığımı fark ettim. İyi geldi valla. Yok analiz falan bu sefer.
PS: Foto yanıltmasın, öyle manitamla falan gitmedim haa buz patenine de, -ki öyle biri yok :(- . Kadındı kendisi, valla.

22 Kasım 2011 Salı

Yıllar ve Kaygısal Değişimler

      Bu yıl üniversitedeki son yılım olduğunu önceki yazılarımda değinmişimdir. Düşünüyorum 4 yıl öncesine hazırlık yılıma geri dönsem ne olurdu diye. Çok değiştim; kişiliğim, düşüncelerim, davranışlarım gerçekten 4 yıl önceki halim şimdiyle karşılaşsa şaşırıp kalırdı. Aslında o yıllardaki düşüncelerimi evet ama hissettiklerimi çok hatırlayamıyorum. Bunun için bir arkadaşımdan yardım aldım. Eskiden insanlara karşı daha duyarlı olduğumu, şimdi çok daha seçici davrandığımı, o zamanlar toplumsal kaygım varken, artık buna sahip olmadığımı söyledi. Haklıydı. Peki bunu değiştiren neydi?
      Aklımdaki en büyük argüman bireysel kaygılarımla, toplumsal kaygıların benim için o kadar aynı olmaması gibi geliyor. Bir de geçmişte toplum tarafından kabul görmeyecek duygu ve düşüncelerimi içimde yaşamak gibi bir durumum vardı. Bunu dışa vurmazken başkalarına da bu konuda bir sınır çizmek o kadar mantıklı olmazdı. Ama artık kendi meşruiyetimi ilan ettim. Bu şeffaflık yanında bazı gerçekliklerin benim için pratiğe dönüşmesine de sebep oldu ( Birileri tarafından tasvip edilmemek, yargılanmak gibi.). Benim de buna karşı zırhımı takınmam gerekiyordu halinle. Sonırım olaylar böyle gelişti. (olaylar olaylar)

1 Kasım 2011 Salı

Test Metni

      
       Yabancı dil sınavlarındaki okuma parçalarına hep imrenmişimdir. Hepsi apayrı konularda genel kültür içerikli paragraflarla bezelidir. Bizse Türkçede saçma salak okumaya teşvik etmekle, edebi yorum ve denemelerle konu sıkıcı, alakasız, aydın imajı çizen paragraflarla uğraşıyoruz. Ösym'nin çıkarım yapmaktan anladığı bir tek edebi bir algıya sahip olunması sanırım. Sanki sosyal olguları  etkili bir şekilde analiz etme becerisine sahip bir gençliğimiz varmış gibi.

12 Eylül 2011 Pazartesi

Bireycilik ve Bencillik

   Sanırım günlük hayatta duymamız en nadir cümlelerden biri: "Ben bireyciyimdir." Kapitalizm bu kadar yosun tutmuşken bu kelimenin kulağı tırmalaması garip. Ve akla gelen ilk şeyin bencillik olması. Bugün bu yazıyla bu önyargıyı çürüteceğim. Bireyci insanlarda  toplumsal kaygı duyarlar, nasıl mı? Hiçbir insan kendi kendine bireyci olamaz. Bunun toplumsal yaşamı, hukuksal boyutu gibi birçok insan hayatını etkileyen değişkeni varken. Bir hak ihlali olduğunda bireyci bir insan bana ne demez. Çünkü başkasının birey olmasına yönelik bir tehdit onun kendisine yönelik bir tehdittir de. Bu konuda düz mantık düşünmek bireycilik değil, aptallık olur. Ve bireyci insanlarda bir toplum içerisinde yaşadıkları için toplumsal konularda kaygı duyarlar çünkü olası değişimler kendisini etkiler. Ben bu konuda bireycilerin çok daha dürüst olduklarını düşünüyorum o ayrı.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Postmodern Çıkmazlar

     Bazı insanlara çok sinir oluyorum. Nasıl insanlar mı bunlar? Kendi ideolojilerini desteklemeyenleri göt edeceklerini zannettikleri birşeyler duyuyorlar hali hazırda homojen olan çevresinden. Sonra da büyük bir özgüvenle soruyorlar. Bu konuda yaşadığım son deneyim "laik feministlerle" ilgili bir soruydu. Ki hayatımda böyle bir tanımla karışılaşmadım. Soran kişinin de feminizmle uzaktan yakından alakası yok. Konuyu açmadaki amacının da ortaya bir sentez çıkarmak olmadığı ortaya attığı argümanları zaten kendisinin de düşünmediğinden belli. Nitekim göt etme çabaları ayrı bir problem. Benim düşüncelerimi karşıt olarak görmektense, kendi düşüncelerine nasıl bir katkısı olabilir diye düşünse halbuki bu onu çok daha istikrarlı yapar. Bu konuda ne kadar postmodern düşünsem de, yaşantılarımın beni hayal kırıklığına soktuğu oluyor.

8 Eylül 2011 Perşembe

Yeşilçam ve Sınıf Kini

    Yeşilçam'ın zengin fakir ilişkisini ele alması ile ilgili iki hipotez geliştirdim.
1: İzlediklerimiz doğruydu. Osmanlı döneminde yahudi ve diğer gayri müslimlerin elinde bulunan ticaretle para yüzü göremeyen Türkler kapitalizmin ve milliyetçiliğin oluşturduğu fırsatla parayı buldular. Gani parayı bulunca ne yapalım ne yapalım diye düşünürken "
Hadi fakir dövelim, hayatlarıyla oynayalım, gücümüzü onlar üzerinden gösterelim." demişler.Herkes anadan babadan zengin değil ki aşağılık kompleksi olmasın. Tabi o zamanlar AVM'ler, süper lüks mekanlar da yok.
2: oluşan sınıf farkının bir şekilde altta kalanlar için sindirilmesi gerekiyordu. Bu da zenginleri manevi değerlerden yoksun, yozlaşmış, "kötü" olarak göstererek fakirlerin kendi hayatlarına şükretmelerini sağlayarak gerçekleşti.
İkinci hipotezin çok daha ideolojik bir duruşu var. Bu konudaki en zirve film "Aile Şerefi" kanımca. Araba ile ezmeden, tecavüze yeltenmeye kadar geniş bir fakir eziyeti söz konusu. Orhan gencebay ve Ferdi Tayfur filmleri de cabası.

6 Eylül 2011 Salı

Ramazan Böyle Geçti

    Geçen ramazanda dışarıda yemek yediğim günlerden birinde inadına bulunduğum ilçenin en işlek yerine gittim dönerimi ve ayranımı alarak. Bi yandan sağa sola bakıyorum. bi tık yok. Amacım gerçekten provakasyon, gerçi biber gazımı da evde unutmuşum. Öfke cesareti bendeki. Çok geçmeden ilköğretim öncesi 3 çocuk geçerken bana uzun uzun baktılar. Bende ağzım dolu ne bakıyorsunuz der gibi el + göz işareti yaptım. ( street fighter oynarken iki tuşa basınca farklı bi hareket yapıyor ya el ve gözü de birlikte hareket ettirince "ne iş, hayrola" mesajı oluşuyor.) İşlerinden biri benden daha kalın olan sesiyle " Oruç tutan var birader!" dedi. Göz koordinasyonunu cümlenin sonlarına doğru keserek. Ben de " bana ne bana ne" dedim... Bunu bir yetişkin söyleseydi de aynı cevabı verir miydim, bilmiyorum şimdi düşündüğümde. Çocuk yetişkin ego durumuyla beni uyarınca sanırım bu mesaj benim çocuk egom tarafından kâle alındı.

4 Eylül 2011 Pazar

?????


31 Ağustos 2011 Çarşamba

Deyimler ve Sığılaşma

      Deyimler her zaman bir dil zenginliği olarak görülüyor ya, ben bunun aksini iddia ediyorum. Bence deyimler çoğu zaman yaşanan durumu sığılaştırıyor. Gerçi toplum olarak olayları derinlemesine irdeleme yeteneğine sahip olmadığımız dabir gerçek. Okkalı bir de deyim yapıştırınca hiçbir zihinsel enerji sarfetmeden durumun en iyi açıklamasının bu olabileceğine karar verebiliyoruz. Deyimler iyidir hoştur ama problem çözmede o kadar pratik olmayabilirler.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Yeni Reklam Sistemi

        Yeni reklam sistemi insanı daha çok reklamlara bağımlı kılıyor. Ve bu sistemde tv önündeki zamanımın daha çok değersizleştiği hissine kapılıyorum. aşağıdaki ibrede dakikalar ilerliyor. Sanki 4 dakikada hiçbirşey yapılmazmış gibi reklamın bitmesini bekliyorsun. Ama zaman bir yandan akıyor.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Kibir ve Hristiyanlık


Yabancı filmlerde rahiplerin ağzından en çok duyduğum kelimenin kibir olması beni düşündürmüştür. İslamda kibire en yakın duran kavramın şirk olduğunu düşünüyorum. Fakat bu hristiyanlıkta neden kibir olarak var? Hristiyanlığı baltalayan en büyük düşünsel devrim bilim tarafından geldi. İncilde yazanlar reddedilip, insan zihninin ürettikleri kabul gördü. İnsan beynini tanrının kitabından daha üstün tuttu. Ve bunun altını da doldurdu. İslamda bunun şirk olarak yer alması bence islamın daha sistemli ve radikal olması ile alakalı. Şirk direk dinden çıkartır ama kibirde sadece günaha girmiş olursun. Hristiyanlık bu konuda yeterince öngörülü davranamamış sanki.

25 Ağustos 2011 Perşembe

İlahi Adalet


Babam'ın en pis huylarından biri sosyolojide adil dünya inancı olarak tanımlanan durumu islami adalet kapsamında adice yorumlamasıdır. Birinin yaptığı kötülüğü unutmamakla birlikte, başına gelen üzücü bir olayla alakasız bir bağlantı kurarak çirkince yorumlar. Acaba o oğlunun eşcinsel olmasını haketmek için ne yaptı soruyorum yaradana. (Yazarken fark ettim. dana japoncada bir saygı ekidir. Yara da bir japon tarsını ise yara-dana oluyor. kültürler arası geçiş nsl birşey bak. Yaradananın kökeni olarak yeni bir başlık açmaya değecek kadar sağlam olmadığı için parantez içi ile yetindim şimdilik.^^)

23 Ağustos 2011 Salı

Nevrotik Uykular

İzmir'de geçirdiğim yaz boyunca en çok sabah 10'da uyanan bir insanken, ailemi yanına döndüğümde 12:30'da uyanmanın, nevrotik bir tepki olduğunun farkına varmak bir arkadaşımın da dediği gibi adaptasyon sürecimi hızlandırmayacak. Uyuyan prenses gibi uykuya dalsam aileminde aklına gelmez bir erkeğe öptürmek. Zaten böyle birşeyi farkettikleri anda "Bırakın uyanmasın." da diyebilirler.

21 Ağustos 2011 Pazar

Yeni Yine Yeniden



   Yıl 5.'si gerçekleşen " Oda Arkadaşım Kim Olacak?" heyecanları başlamış bulunmakta. Bu kapsamda eylülün 17'sine kadar hayallar kurulacak (Alt ranzanın oturma odası, üst ranzanın yatak odası olması, sehpanın mutfak olması bla bla.), adaklar adanacak, olası ihtimallerle ilgili plan ve kıroki çalışmaları yapılacak. Ve umarım bu yıl "Bir geysen ve yurtta kalıyorsan hayat çok güzel." diyebileceğim. ^^

19 Ağustos 2011 Cuma

Yağma ve İslam

Son dönemde ingiltere'de yaşanan anarşik olaylar esnasında oradaki türkiyeli vatandaşların yağma yapmaması ve yamacılara karşı ingilizlerin bile göstermediği bir tepkide bulunması dünya basınına kadar çıktı.Yazımda yağmalamayı etik olarak değerlendirmeyeceğim, buna yeterli olduğumu da düşünmüyorum. Yağma ve islam öğretisi üzerine ilerletken genellemeyi türklerden müslümanlara indirgemeyi hipotezim açısından daha mantıklı buluyorum. İslamda bu dünyanın bir sınav olduğu oldukça vurgulanır. Zenginin sınavının malvarlığını nasıl kullandığı olurken, fakirin sınavı da bu duruma isyan etmemek, allah'ın verdikleri ile yetinmek şeklinde tezahür ediyor. Bu durumda dünya malında gözü kalmayan müslümanlar daha boyun eğici bir duruş sergiliyorlar. Dünya nimetlerinden yararlanmakta sorun görmeyen insanlara yönelik de islam onlara gerekli savunma mekanizmasını sunuyor. Ben gene de bir fakirin sosyal sınıfını sorunsuzca kabullenebileceğini düşünmüyorum. Hele ki kimliklerin tükentim metaları üzzerine inşa edildiği böyle bir dünyada. İslami bakış belli burada farklı bir alternatif sunuyordur o ayrı. Fakat realitede tezahürü olmayan bu alternatif ancak içsel motivasyon ve kutuplaşma ve farklı sosyal sınıfların kutuplaşması ile vuku buluyor gibi geliyor bana.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Baskı ve Hayalgücü

Baskının hayal gücünü düşünce dünyasını arttırdığını kendi hayatımda da onayabilecek kadar gözlemledim sonunda. Özellikle konuşamamak, içini dökememek, birebir iletişim halinde olduğun kimsenin olmaması, hatta hayatında pek fazla alternatif de olmaması benim düşünsel, içsel ve edebî dünyamı geliştiriyor gibi hissediyorum.

Baskı şiddet ahlaksa, biz orospu çocuğuyuz.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

...

Bazı insanların diğerlerinin benliklerini yok etmek için yaşıyorlar sanki. Özellikle akraba çevreleri, aileleri ve yakın arkadaşları bu konudaki ilgi alanları. Yarattıkları beklentiler, cümlenin alt metninde gizli olan ideolojik duruşlar, özgüvenin verdiği güç ve toplumdan aldığı eminlikle öyle küstah, öyle sinsice hareket edebiliyorlarki yaşadığın en etkisiz hali ile bile yıpranmak oluyor.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Oruç

Kimse benden anne babaya çocuğuna zorla oruç tutturma meşruiyetini veren bir dine saygı göstermemi beklemesin. Evet, evde oruç tutuyormuş gibi yapıyorum. Bi mazeretle dışarı çıkıp birşeyler yiyorum. Tabi aldığım harçlığın nasıl bittiğini açıklamam gereken zaman da gelecek. Durumun nasıl stockholm kompleksine girmeden çözüleceğini bende merak ediyorum ama şuan hala direnç halindeyim ve bu satırlar da şahit olsun.

Bu gönderiye desteklemeyen yorum yazma şartları: 1. cumhuriyet/laik/ılımlı müslüman olmamak. 2. en az bir hadis, fıkıh, kitabı, kuran okumak. 3.dinde zorlama yoktur, bu ancak kişiseldir fırvasına inanmamak.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Hikikomori Mi Olalım?

   Dünyada o kadar çok kötülük var ki, bazen bunun zararını görmemenin tamamen şans olduğunu düşünüyorum. Bi hocamız toplumda silah, bıçak dışı öldürme yöntemleri arttığında o zaman korkulacak birşeyler başladığını söylemişti. Kasteddiği patolojik boyutu olan cinayetler ve kötülüklerdi. Ve artık bunlar büyükşehirler dışında da sıkça görülmeye başlandı. Bastırılmış kişilik örüntüleri yönünün bilmez bir şiddet doğuruyor. Sosyalizasyondaki zayıflık ilerleyen yıllarda şuan internetin önünden alamadığımız jenerasyonda çok daha belirgin bir şekilde kendini gösterecek. Bunlar sosyolojik olarak da ön görülebilecek şeyler. Toplumda oluşan güvensizlik stres düzeyini arttıracak ve bu bir kısır döngü gibi kendini yenileyerek devam edecek gibi duruyor. Doğu toplumlarında süperegonun güçlülüğünün kişide yarattığı tahribatların buna sebep olurken, batıda egosunu oryante edememenin, bi bakıma sosyal kontrol mekanizması eksikliğinin buna sebep olduğunu düşünüyorum. Yazımın başlığını oluşturan hikikomori Japonya'da ortaya çıkan kişilerin kendilerini sosyal hayattan izole ederek eve kapanma durumlarını tanımlayan bir bozukluk. Hikikomorilerin genel argümanlarını da toplumun ikiyüzlüğü, yaşam şartlarının çok zor olduğu, topluma uygun/ait bir insan olmadığı, insanların ona zarar vereceği korkusu gibi şeyler oluşturuyor. Durum çok kompleks ve bir o kadar da zor.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Baba Figürü

Doğada erkekler çiftleşmeden sonra ortadan kayboluyor ya, ardından babayım ben havalarına girmiyor. İnsanlarda da öyle olsa keşke. Bi aileyi düşününce en gereksiz figürün baba olduğunu düşünüyorum. Abi bile bi nevi daha yaşıt bi karakter ama, baba süperegolarla örülmüş, üzerinde bilmem kaç ton toplumsal baskı hisseden eril bir şahıs. Ona da yazık, emeklere de yazık dimi. Nitekim babanın hir ihtiyaçtan ziyade patrierk kültürün devamını sağlamak için bulunduğu bazı noktalarda çok bariz.
So, Daddy is not cool!
PS: Bu yazıyı yayınladıktan sonra yan tarafta reklam olarak aile danışmanlık merkezi çıkması çok garip değil mi? Çakalsın google!

24 Temmuz 2011 Pazar

İtiraf!

      Tek gecelik yattığım insanların kokusunun üzerime sinmesinden nefret ediyorum. Kendime yabancılaşmama sebep oluyor. Böyle bi tiksiniyorum, burnumu havaya kaldırıyorum bi süre.

Önceki Hayatımda Deniz Gızı Ponyo'ydum

    Yakın çevrem benim deniz sevdam hususunda şaşkınlık içerisindedir, bu yazıyı hem onları aydınlatmak hem de bir özgürlük mücadelesini paylaşmak için ele alıyorum.
     Efendim, sahip olduğum koruyucu aile o kadar koruyucudur ki ben lise hayatımda bide arkadaşlarımla ( lise aşkımın da içinde arada bulunduğu) denize gitmeme izin verilmemektedir. Tabi bu gidişata bir dur demek için ipleri elime aldım ve iyi bi kaçış planı hazırladık. Piknik ayağına anneme patates salataları yaptırıldı, gizlice şortlar giyildi ve antalyaya falan kaçtığımı düşünmeyin. Otobüsle yarım saat mesafede deniz kenarı bir belediyeliğe gittik. :D Valhasıl vakit güzel hoş geçti. Tabi ben bir piknikte yanılabileceğinden daha çok yandım. Eve geldiğimde çakal annem parmağının ucunu tükürükleyerek boynuma sürdü ve ardından diline değirdi. Sonra da donuk bir sesle " Banyodan çık da görüşücez." dedi. Ardıdan bir sürü saçma curcuna, ama o kadar eminlerki bu konudaki kısıtlamalarının mantıklılığından. Yılmadım, küfürler dinleyerek sabahları gizlice hazırlanıp gitmeye devam ettim. :D Nitekim alıştılar.
Yani denize gitmek benim için sadece kum, güneş,su,  Boney M., yuaşıklı erkekleri kesmek değil a dostlar! Biz bu davada anamızı bacımızı karşımıza almışız.! Okulumuzu ekmişiz. Atacağımız kulaçların hayallerimiz, Kitaro'nun dalga sesli şarkıları marşımız olmuş. Herkes lafını bilp de konuşsun (!), daha da bişey demem !!!!

20 Haziran 2011 Pazartesi

Seçim ve Demokrasi Egosu

   Seçim günleri bir çok aile gibi bende ailemle birlikte oy kullanmaya gittim. Düşününce çok absürt geliyor, kollektif yaşamlar ve düşünsel altyapılar tamamen birey üzerinden ilerleyen oy kullanma eyleminde bile bir sentez yaratmış. Herkesin gözünde bir gurur, bir bilinçlilik, bir çağdaşlık ışıltısı. Ülke yönetiminde etkilerinin olduğunu zannetmenin ego şişkinliği. Artık hepimiz devlet tarafından önemsendiğimizi hissediyoruz. Adımız listede var, bize bir adet zarf, oy pusulası, mühür bahşettiler. 18 yaşından büyük ve zihinsel özrü olmayanları hakkı olduğu için bazı standartlarında üzerindeyiz. Aman mesailer bitmesin...

18 Haziran 2011 Cumartesi

Out Olma ve Özgürlük

Geçen günlerde liseden bi dostuma out oldum. Bunu uzun zamandır düşünüyordum. Çünkü değer verdiğim biriydi ve ona karşı dürüst olmadığımı hissediyordum. Bu da yakın çevremdeki herkese cinsel yönelimim konusunda şeffaf olduğum gerçeğini düşünürsem. Zaten tepkisini ön görebileceğim biriydi. "Olabilir." dedi. Olumsuz bir tepki vermedi, çok şaşırdığını da hissetmedim. Hatta ben ondan daha çok soru ve merak beklerdim ama o bu konuda çekimser burdu, belki gerçekten de bilmesinin gerekli olmadığını düşünüyordu. Ben de aksine lisede ve geçmişte yanlış bildiği yada benimle ilgili eksik kalan ne varsa tamamlamaya çalıştım ve bu durum biraz absürt bir hal aldı gibi hissettim. Belki ben cinsel yönelimimi resmi olarak bilmesini istemediğim ve bilmesinde sakınca duymadığım insanlar arasında bir denge kuramadım. O dostum bilmesini istemediğim biri değildi, ama birden de sakınca duymadığım insanlarla olan iletişim şekline geçme onun için de tam oturmamış olabilir.
Velhasıl açıldım da ne oldu? Çok mu melem birşey bu açılmak? Evet, işkence gibi gelen ailemin yanındaki yaz tatillerinde kendimi artık daha özgür hissedeceğim. Bir kişi ile de olsa, burayı zihnimde yıkmayı ve kendim için belli sınırlarda özgürleştirmeyi başardım. Artık İzmir'deki yaşantımdan daha açık bir şekilde bahsedebileceğim, ortak bir arkadaşımızın beni hetero sanarak söylediği bir cümleye birlikte gülebileceğim biri var.^^

(Resmin esprisi: Coming out ile aynı anlama gelen "dolabından çıkmak" kalıbı.)

16 Haziran 2011 Perşembe

Pozitif Ayrımcılık

Bu konuda bir yazı yazmaya yaşadığım bir olay beni teşvik etti. İlçeler arası ulaşım yapan bir otobüste yan koltuğuma bir kadın yolcu verilmiş. Ben ondan önce oturmuştum, kendisi bir süre duraksadı ben de:" benim için sorun değil." diyip yüzümü çevirdim. Ardından şoförü çağırıp bana nasıl erkek yanı verirsiniz diye söylenmeye başladı. Bende kendisini yemeyeceğimi zaten zayıf bir insan olduğumu belirttim. Hala söylenmeye devam edince bende: "korkmayın sizi kadın yerine koymadıkları için bunu yapmamışlardır. Otobüs kalabalık." dedim. Bu sefer bana sarmaya benimle oturmak zorunda olmadığını söylemeye başladı. Bende "Kalkmıyorum o zaman!" diyerek olayı anlayacağı noktaya getirdim. Toparlandı ve bir dahaki araba ile ineceğini söylerken şoförün ve diğer yolcuların sosyal baskısı ve zaten amacıma ulaştığımı düşündüğüm için en arkaya geçtim.
Böyle durumlarda fedakarlık ve alttan alma elbet erkeklerden beklenir. (!) zaten bir erkek için kadınla oturmak reddedilemeyecek bir avantajdır ya. Cinsiyetçi tavrının pekiştirilmesi yanı sıra, kadınlığı maduriyet üzerinden konumlandırdı. Ve kadın olduğu için beklentisinde olduğu pozitif ayrımcılıkla erkek kültürünün himayesine ve avantajlarına kendi kimliğini sattı.
Bu tür sebeplerle pozitif ayrımcılığı bireylerin uygulamasını hadsizce ve küstahça buluyorum. Bu ancak devlet politikası olarak etkili bir şekilde işleyebilir gibi geliyor.

14 Haziran 2011 Salı

Yolculuk ve İletişim

Finallerimden sonra 1 haftalık süre için ailemin yanına geri döndüm. Ailemin yaşadığı il sınırlarına zaten bir antipatim varken, sınırı geçmemle cereyan eden olaylar kendini gerçekleştiren kehanetimi onadı. Gerekli gereksiz yerlerde duran otobüs feribota yetişmek için garajda bırakması gereken yolcuları iskeleye kadar getirdi. Muavine: " İnecek yolcuları nerede bırakmayı düşünüyorsunuz?" diye sorduğumda karşılığı donuk ve tehditkar bakışlar ( "bakma"nın iktidarı için Lakan'ın yazılarını okuyabilirsiniz.) ve "burada!" yanıtı aldım.Cümlenin içinde "kardeş, birader" gibi kalıpları kullanmamam tipik iletişim örüntüsünün dışında olduğu için yadırgamış olsa gerek.
Ardından garaja gitmek için taksiye bindiğimde şoför taksimetreyi açmadı ve zaten 6 lira yazdığını söyledi. Vardığıma bende peygamber sünneti olan(!) pazarlık sürecine giriştim. uzattığım 5 tlyi yeterli bulmayan şoför pişkince: " vallahi 5,80 tutuyor 6 alıyoruz. Zaten bavullarında vardı." dedi. Her mesleğin bir tanımı bir etiği olması işte bu yüzden gerekli.

6 Haziran 2011 Pazartesi

Heyre Garşı, Bayıra Garşı

Bu yazıyı mahremiyetimi hiçe sayarak, pc'min ekranına gözlerini diken, ardından benim paylaşma gereği duymamama rağmen bloğumu öğrenen oda arkadaşıma yazıyorum. Umarım okuduğunda hayal kırıklığı yaşamaz. Bi yandan okuduğunu sözel tepkileri ile belli etmekten de kendini alı koymuyor. Perdemi kapatma sebebimi kızlar kapatıp erkekler kapatmıyor diye sorması bu konuda yeterince açıklayıcıydı. Sırf bir kişi yüzünden bloğumu herkese açık yapmayacak değilim. Ama bir yandan beni tanıyan insanlar üzerinden düşünürsek, benim seçtiğim insanların bloğumu bilmesini ve okumasını istiyorum. Ve oda arkadaşım, sen bunların arasında değilsin.

29 Mayıs 2011 Pazar

Sınavlar ve Bilginin İspatı

Ya ben lisede böyle değildim. Sınavları ciddiye alır, çalışırdım. Şimdiyse dersleri takip ediyorum, dinliyorum ama söz konusu sınav çalışmak olduğunda ciddi bir motivasyon düşüklüğüm var. Acaba bilgimi ispatlamak zorunda olmak mı sinirimi bozan? Bilgi hiyerarşisi bu aralar en sinir olduğum durumlardan biri zaten. Bunun en çok tezahür ettiği durum da sınavlar.
Mesela, staj dersimin raporları var. Nitekim bir staj not için yapılamaz. Mantığına aykırı. Çok da etkili bir staj süreci geçirdiğimi, elimden geleni yaptığımı düşünüyorum. Gelgelelim rapor yazmak ve bunu bir final ödevi haline gelirmek benim için ciddi bir külfet. Bilim insanlarına sesleniyorum. Yeni ölçme değerlendirme yöntemleri bulun.^^

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Şinitzel'in Nedensel Kökleri

   Eski zamanların birinde bir kadın yaşarmış. O'nun Zel adında bir sevgilisi varmış. Bir takım sebeplerden dolayı ayrılma kararı almışlar. Fakar kadın bunu bir türlü atlatamamış ve kendini mutfağa vermiş. Sürekli yeni şeyler deniyor, bütün gün mutfaktan çıkmıyormuş. En çok da tavuğu çeşitli baharatlara bulayarak kızartıyormuş. Bu sırada onun bedbaht halini gören arkadaşları ingiliz aksanları ile "She need Zel." demişler. Fakat kadın Avusturyalı olduğu için ne dediklerini anlamamış ve pişirdiği şeylerden bahsediyorlar zannetmiş. Böylelikle şinitzel yiyebiliyoruz.

19 Nisan 2011 Salı

No Sun, No Ice-cream

  Çok mutsuzum. 2 gündür güneşi görmedim. 2 ödevde grup arkadaşlarım beni yalnız bıraktı. Birinin dayısı öldü, birinin annesinin rahmi alındı. Benimde anneannemin akciğeri su topladı ve kalbinde büyüme tespit edildi. (Anneme göre o boğazla kalbi kolay kolay küçülmezmiş.) Haftasonu İzmir'de yapmam gereken o kadar çok şey varken, şehir dışına gideceğim.Şeftali suyu ile yaptığım vanilyalı pudingin tadı mayhoş oldu. Bu yılda mektepli bir sevgilim olmayacak gibi duruyor. Zaten verimsiz olan uykularımdan oda arkadaşımın sürekli ertelediği çalar saati yüzünden  erken kalkıyorum. Sks'de dilekçeleri bir üstüne, ondan önce gösterdiğim için bi çalışandan azar işittim. Gezegenlerin konumu sebebi ile bu aralar birçok burç böyleymiş.

31 Mart 2011 Perşembe

No Foto

Ah ne güzeldi o makinadaki filmlerin sayılı, her deflanşöre basmanın kıymetli olduğu günler. Dijital fotoğraf makinaları geldi herşey değişti. Fotoğraf çekmek için buluşulur hale gelindi. Eskiden masum bir ânı ölümsüzleştirmek eylemi olan fotoğraf çekmek, şimdi başlı başına bir amaç halini aldı. Arap sabunu bol bulunca götüne sürermiş hesabı (keşke bunu bu kadar iyi ifade eden ayrımcı olmayan bir deyim olsa^^), flashların patlamasından gecenin sonunda %2 görme kaybıyla ayrılınır olundu.
Herşeyin somutlaşması, gözle görülmesi, ispatı gerekiyor mu? Bırakın birkaç fotoğraf kalsın anılardan, gerisini dostlarla birlikte doldurun. Hem böylesi daha paylaşımcı ve etkileşimli.

23 Mart 2011 Çarşamba

Eğitim Felsefesi

    Bugün ilk grup rehberliğimi yaptım stajımda. mini mini on tane 7. sınıf öğrencim vardı. Aslında etkinlikler güzel geçti, oturum sorunsuz tamamlandı. Ama benim içimde oturmayan şeyler var. Ben gerçekten eğitimci olmaya uygun biri miyim?
   Çocuklar arada yanlarındakilerle konuşuyor ve ben kendimde onlara konuşmayın deme hakkını bulamıyorum. Hatta kaç kez çocuklar "Buraya isteyerek geldiniz değil mi? Haftaya da devam etmek istiyor musunuz?" gibi sorular sordum. Belki bu öğretmenlik kimliği ve otoritesini daha benimsememle alakalı olabilir fekat burada bahsi geçen kimlik de eğitimin doğası gereği despot bir noktada duracak. Abimle konuştum, o da zamane çocuklarının ne kadar saygısız olduğundan yakındı. Fekat benim birinden saygı beklemem için aramızda bi ilişki düzeyi bi paylaşım olması gerekiyor. Sırf karar verilmiş bazı konuları anlara öğretmem üzerinden, motivasyonu olmayan çocuklardan saygı beklemeyi de düşünemiyorum. Aslında bi şekilde bu bahsettiğim şeylerin antitezleri sistematik açıdan bulunabilir. Ama şuan bunu da istemiyorum.

16 Mart 2011 Çarşamba

Bağış Kisvesi Altındaaa

    Bugün yurda dönerken blok temsilcisi (Sadece selamlaştığım bir insandır.) olan şahıs beni yolda selamlaşmanın ilerisine geçerek durdurdu. Meğersem yurtta ağaç dikimi yapılacakmış. Haberim olup olmadığını sordu hayır dedim. Bağış trikerlerinden alır mısın dedi hayır dedim. Ama bu cevap onun için tatmin edici olmayacak ve sınırını bilmeyecek şekilde benim elime tutuşturdu ve parasını sonra verebileceğim gibi bir kolaylık(!) sağladı bana. Nitekim yurda aylık dünyanın parası giriyor, bahçede zaten yeterince ağaç var. Daldan dala mı gezmemizi istiyorlar yurtta anlamadım.
  O uzaklaştı bende elimde inisiyatifim dışında tuttuğum saçma bi bağış kağıdının sinirini yaşıyordum. Blok sorumlusuna gittim ve dedim ki: " Yolda bunu blok temsilcisi verdi, fakat ben gerçekten bağış yapmak istediğimde geri dönüp alırım. Baskı altında hissettiğim için bunun özgür bir davranış olup olmadığına karar veremediğimden alamıcam." dedim. Hiçbirşey söylemedi. Öylece baktı. Bende başka birşey demeden odadan çıktım...

14 Mart 2011 Pazartesi

Kan ve Gül, Gülle Siken

  Spartacus'la görsel olarak tanışmam, İzmir Siyah Pembe Üçgen İzmir derneği için ayarlanan mekanın sırf gayler geliyor diye LCD'lerinde bangır bangır Spartacus göstermesi ile oldu.
   O nedir öyle, ya bana gay special bölümü denk geldi, yada  "Something is wrong with you.". Bildiğim kadarıyla Cnbc-e'de de gösteriliyor. Erkekler ya sevişiyor ya birbirleriyle dövüşüyor. Orta yol bulamamaları acı tabi. Neyseki yıkıldı o imparatorluklar. :P Gerçi lubunların içinde de lubunlar savaşı denilen bir kavrma vardır, Spartacus'teki gibi kılıçla sabanla olmasa da, psikolojik libimum yöntem, çirkeflik, madilik vb. Yazıyı bi yere bağlamam gerektiğini hissediyorum. Buldum. Kaynamayacağız efendim biz böyle oyunlara 1-2 Spartacus gay special bölüm göstererek her yerinden kas fışkıran kirli sakallı erkeklere bakmak için mekanınıza gelmeyeceğiz. Hıh.

10 Mart 2011 Perşembe

Starfucker

    Bugün starbucksın 40. yaşgünü imiş. Beleş kahve kampayası yapmışlar, önüne gelene vermemek içinde internete verdikleri bi pdfnin çıktısını istiyorlar. Söz konusu kapitalizmi sömürmek olduğunda ben durur muyum? 3-4 tane çıktı aldım sabahtan. Aklımda onlarcasıı çıkartıp sokaklarda "alın, alın, sömürün o lanet olası dükkanı!" diye bağırıp dağıtasım geldi ama bunun toplu bir halde olmadığı sürece bi etkisi olmayacağını fark ederek vazgeçtim.
   Akşam arkadaşımla buluşup gittik. Ben siyah beyaz çıkartmıştım, renkli çıkartanlarda olmuş. Beleş alıyoruz zaten bari hörmet olsun diye düşündüler zaar. Neyse aldık, orada aslında hazırlayanların kullanımında olan aromalardan arsızca sıktık, yerimize oturduk. Elimde bi tane daha çıktı kalmıştı. Onu da Forum'da gezen fakir fukaraya vermeye karar verdik. Bunun için ilk önce LC Waikiki'ye girmeye karar verdik ama vazgeçtik. Vermeyi düşündüğümüz bi adam uzun uzun, kahve içerse sigara içmek isteyeceğini çocuğunun sigara içtiğini bilmediği için alamayacağını uzun uzun anlatmaya başlayınca bi an bu görevden vazgeçer gibi olmamıza rağmen karşılaştığımız genç bi kadın seçilmiş kişi olduğunu yürüyüşünden belli ediyordu. (sikilmiş gibi yürümüyordu, yanlış anlaşılmasın. Nsl bi yürüme tarzıysa, hiç bilmem (!) ) Ona verdik, pek de mutlu oldu. Bizde görevi tamamlamamızın gururu ile yeni görevlere pankart açtık.
PS: Başlığımı aynı adlı indie-elektronik bi gruptan esinlendim. Pek de güzeldir. (http://www.myspace.com/strfkrmusic)

6 Mart 2011 Pazar

İstismara Uğradııım 2

  Dünkü yaşadığım taciz olayında yaşadıklarımda sonra yaşadıklarım gerçekten buna mağruz kalan erkekler açısından ayrı bi örgütlenme sebebi teşkil ediyor. (Tabi bundan gerçekten olumsuz etkilenen, bunu kendine itiraf eden heteroseksüel erkekler de varsa. Neyse örgütlenme biraz abartılı oldu. Yaşadığımın çok olağan birşey olmadığının farkındayım. Ama gay erkekler açısından kadınların zararsızdır mantığı ile hareket etmesi ayrı bi konu tabi. ) Parantez içinde yazdığım için çoğu şeyi konuyu dağıttığımı düşünmüyorum.
   Ciddiye alınmama sürecim bugün de devam ediyor. Hatta bu akşam bir arkadaşımın doğum gününü kutlamak için sınıftan arkadaşlarla oturuyorduk. Bu olaydan bahsettim, erkekler tahmin edileceği gibi bunu bir avantaj olarak yorumlarken, kadınlarda sadece eğlenceli birşeymiş gibi gülmekle yetindi. Belki ortam bunu gerektirdi. Gecenin sonunda ayrılırken ortamdaki resmi olarak tek out olduğum arkadaşım, bunu anlatmamdan dolayı benim diğer arkadaşları out olup olmadığımı sordu. Bunun mantığı bir erkekin kadın tarafından tacize uğramaktan rahatsız olması durumunun ancak eşcinsel olması üzerine gerçekleşebileceğiydi. Ben buna cinsiyet rolleri ve savunma mekanizmaları açısından evet diyebilirim ama özünde (hetero erkekleri de savunuyorum bak dikkatinizi çekerim :D -bu tabiki bir lütuf değil, homoseksist biri değilim- ) katılmıyorum.

5 Mart 2011 Cumartesi

İstismara Uğradııım

2 kadın arkadaşımla Bornova'da bir bara gittik. Sohbet ederken yan masada tek başına oturarak ağlayan bir kadın dikkatimizi çekti ve ilgilenelim dedik, sonra onun masasına geçtik. Kadın meğer patolojik aşıkmış. 2 yan masadaki sevgilisini izleyip ağlıyormuş ve ayrılalı 2 ay olmuş. Bizde bi süre ilgilendik. Kadın (18) bana yavşamaya başlamasın mı. Sarılmalar, öpmeye çlşmalar. Seni çok sevdim demeler. Dayanamadım gay olduğumu söyledim. Fark ettim dedi. Kanki olmayı teklif etti vb. Nitekim amacının sevgilisini kıskandırmak olduğu çok açıktı. (Bari daha maço birini bulaymış.) Ben hem kendimi kullanılmış, hemde istismara uğramış hissettim ve gerçekten rahatsız oldum. Ve bir erkeğim diye bu ciddiye alınmadı. :(

2 Mart 2011 Çarşamba

Saklambaç

   Olay çocukluğumun geçtiği ilçenin en büyük parklı çaybahçesinde gerçekleşti. Parktaki oyuncaklarla vakit geçirirken bir grup saklambaç oynayan çocuk dikkatimi çekti. Çok da eğleniyor gibi gözüküyorlardı. Ben de bir girişkenlik örneği sergileyerek oynamak istediğimi söyledim. Hayli de kalabalıklardı herkes ismini bikaç kez söyledi ama akılda tutmak namümkün. Yeni katıldığım için ebe oldum. Kimi görsem adını hatırlayamıyorum, ben söyleyemeden gelip sobe yapıyor. Bu şekilde ebeliğim 2 kez olmuştu ki annem geldi, yüzünde ciddi bir ifade vardı ama kızgın değildi. "Hadi gideceğiz az sonra." dedi. Bende ısrar etmeden elini tutup oturduğumuz masaya gittim. Bi süre daha gitmedik oradan, ben oynamaya  da ayrılmadım. Bu konu da konuşulmadı ve ben sadece bi ilkokul öğrencisiydim.

28 Şubat 2011 Pazartesi

Doğru

Bugün derste hoca bir doğru çizdi. Herkesin gözünde canlanacağı üzere, pürüzsüz düz bir çizgiydi. Aklıma dank etti dedim peki biz bu şekle neden doğru adını vermişiz. Yaşamsal anlamda doğru olan ne yöne gitti belli, hiçbir dönüşü olmayan birşey mi? Kavramlarla hayata sokulmayan ideoloji bilim camiasında da aynı şekilde ilerliyormuş meğer.

24 Şubat 2011 Perşembe

"Moral"deki anlam değişimi.

     İngilizcede ahlak anlamına gelen moral neden türkçede kötü ruh hali olarak kullanılıyor? İşte cevabı:
    Osmanlı zamanında Avrupa'ya ilk giden Osmanlılar tabiki değişik kültürlerin etkisinde kalıp yeni yaşantılar edinmiş. (Sonra Jön Türk oldular.) Türkiye'ye döndüklerim fark etmişlerki Avrupa'da dura dura ahlakları bozulmuş. Moralimiz bozuldu demişler kaygılı bir şekilde. Bunu duyanlarda öyle mutsuz bir şekilde bu cümleyi kurduklarını duyduklarında, moral kelimesine mutsuz ruh hali gibi bir anlam yüklenmiş.

20 Şubat 2011 Pazar

Berber

   2,75 miyop olarak en sorum yaşadığım yerlerden biri berberler. Haliyle gözlüğümü çıkartıyorum. Stresli bir şekilde nasıl birşey istediğimi anlatıyorum ve yapıyor başlamaya. Ciddi bir tarz değişimi yoksa (Toplanacak kadar uzunlukta saçı 3 numara yapmak gibi, ki 2 kez yapmışlığım var.) berberin yaptığı ince ayrıntılı yerleri göremiyorum. Göz mahkum bekliyorum. Zırt pıst durdurup gözlük de takılmaz. O ne zaman lutfedip sorarsa nsl olmuş diye, o zaman gözlüğü takıp bakarak işleme devam ediyoruz. Zaten bu kadar yetersizlik içerisinde çok fazla özgüven de gösteremiyorum. ^^

17 Şubat 2011 Perşembe

Nefsin Punch'la İmtihanı

   Dün dört ayak üstüne düştüm. Amiyane tabirle kıllısını buldum diyebiliriz. AKM'de Egesem semineri vardı. Giriş katında da Aydın Doğan Vakfı'nın uluslararası karikatür yarışması resim sergisinin açılışı varmış. Önümdeki kadın adının listede olmaması ile cebelleşirken ben Egesem için geldiğimi söyleyip giriverdim. Tabiki hemen amacımdan şaşmadım. Bu güvenliklerin de dikkatini çekerdi velhasıl. Seminerden sonra sergi salonuna indik.
    Aydıncığım hiçbir masraftan kaçınmamış. 3 çeşit bunchlar, şaraplar (O kısma yetişememişiz.), cafemohiyatolar...Yiyecek olarak baklavalar, bal kabakları, 4-5 çeşit peynir, kanepe, içli köfte(buna da yetişemedik)... Tabiki bizi sömürmekten hiçbir zaman çekinmeyen burjuvaziyi bende sömürmekten çekinmedim. -Hatta geçen sene Aziz'in(Aziz Kocaoğlu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı) masasından kanepe yediğim bile olmuştu.- Arkadaşlarımı da teşvik ettim, ama genel olarak grubun idini ben temsil ediyordum. Karikatürlere odaklanmak için öncelikle gözümün doyması gerekiyordu. Nitekim güzel karikatürler vardı. Karikatürlere buradan ulaşabilirsiniz.

13 Şubat 2011 Pazar

Radyo

   Sevdiğimiz bir şarkı radyoda çıktığından onu kendimiz dinlediğimizden daha çok seviniyoruz ve mutluluk duyuyoruz. Acaba bu mutluluk herkesin senin sevdiğin şarkıyı dinlemesinin yarattığı egemenlik egosu ile alakalı olabilir mi? Zaten siz de hisseder misiniz, mp3 player'da dinlediğiniz şarkının bulunduğunuz yerde çalmasını istemeyi?
   O sebeple artık arkadaşlarıma şarkı dinletirken bu süreci işin içine katarak daha profesyonel yaklaşıyorum. Herkesin müziği kendine canım.

11 Şubat 2011 Cuma

Lokanta ve Çalışma Kültürü

   Geçen Hrant Dink'i anla yürüyüşünden sonra Konak'ta yerel bir fast food dükkanına girdik. Siparişlerimiz geldi, biz yemeye başlarken yanda bir telaş çalışan personel de kendine akşam yemeği koyuyordu. Bir arka masamızda oturuyorlardı. Bu çok hoşuma gitti. Gerçekten çok insani ve güzeldi. Herhalde böyle bir görüntüye ne Mc Donalds ta, ne de Burger King'te rastlanır. Bu yanını seviyorum bu ülkenin.
   Lise sonda çalıştığım lahmacuncudaki patronumda müşteri olsun olmasın yemek vakitlerimizi hiç aksatmaz, yemeğimizi verirdi. Önemli olan insandı. Kapitalizmin deforme edemediği bir hak olarak kalır umarım.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Neden Hemşehri?

   Hemşehri kavramı daha çok toplulukçu yapılanmalarda görülüyor. Şöyle bir hipotezim var ki; Aynı bölgede yaşayan insanlar o bölgenin normları, kültürüne göre şekillendirilmeye çalışılır ve istendik tip insan oluşturulmaya çalışılır. Bu durumda insanlar aynı bölge içinde benzer özellikler gösterir ve tanımlama problemi ortadan kalkar. Hemşehri denilen insana yüklenen anlamlarda aslında kişinin kendisi ile  aynı değerleri taşıdığı beklentisi üzerinden gelişiyor. Bu değerler de kökenini bölgesel yaşantılardan alıyor.
   Fakat günümüzde artık aynı yerde yaşıyor olmak bu anlamdabir kıstas değil. Hatta hemşehri hemşehriyi gurbette s.ker diye bir laf da var duymayanlar için. Yandaki afiş de farklı bir boyut katmış, doğmasalar bile yaşadıkları yer olması, oranın yapısını ortak almalarına sebep olmuş. Yeni teknikler yerine bu kategorizasyonu kaldırmak en iyisi. Irkçı bir sistem içerdiğini de düşünüyorum çünkü.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Perde ve Mahremiyet

   Şu anki oda arkadaşımla ilk zamanlarda akşamları perdenin kapalı olması ile ilgili bir süre çatışma yaşadık. Odamız 2. katta bende cama yakın yerde duruyorum. Hem mahremiyet algım hem de geçmiş yaşantılarım sebebi ile perdenin kapalı olmasını istiyordum.
  Bu süreçte gözlemde bulundum ki, kadın bloklarında akşamları perdeler çoğunlukla kapalı iken erkekler yiğidin malı meydanda felsefesi ile perdeler açık soyunuyorlar, giyiniyorlar rahat rahat dolaşıyorlar. Erkekler bu meşruluğu tamamen erkek egemen sistemden alıyordu. Onlar mahremiyetini bütün yurda gösterebilme hakkını sahipken ( en göbeklisi bile), bir kadının aynı durumda olması dedikodu yaratırdı. Bunu düşünmek erkek egosuna ve oda arkadaşıma olan kızgınlığımı arttırdı. Sonuçta akşamları perde kapalı duruyor.^^

5 Şubat 2011 Cumartesi

Fuck Buddy

  Özellikle cinselliğin tabu olduğu ülkelerde fuck buddy kavramının hakkınca yaşandığını düşünmüyorum. ( hakkı neyse artık.) Bir fuck buddy ilişkisi için öncelikle tarafların cinselliklerini temel bir ihtiyaç olarak kabul etmeleri, aşktan ayırmaları gerekir. ( Bunlar içsel çatışma yaşanmaması için.) Bunun içinde öncelikle cinselliklerini tanımlamaları gerekir. Cinselliğe ne tür yüklemelerde bulundukları burada önemli. Örneklerle devam edelim.
   Fuck buddy ile Sertap Erener dinleyerek dans etmek gibi aksiyonlar kavramın kültürüne uymasa da duygusal bir süreç içinde yaşanabilir, tadında kalması iyidir. Nitekim bir fuck buddy ile aynı yatakta uyumamak da bir o kadar zıt bir örnek. Örnekler üzerine yazacaklarım ancak bir yorum olarak kalır ve  bu konuda yönlendirici olmak istemem. Herkes kendi dinamiklerine göre bunu düşünmeli tabi.

3 Şubat 2011 Perşembe

Gece Kuşu

   Artık gecelerin yarılarına kadar internette takılmak o kadar olağan bir hal aldı ki, 12'de çıkıp yatacağımı söylediğimde bu yadırganır oldu. Rahatsız olduğum nokta şu aslında, uzun bir süreyi asosyal bir şekilde internette geçirerek, gelecek gün için olabilecek sosyal yaşantının ertelenmesi veya ondan vazgeçilmesi. Ve bunu da hiçbir rahatsızlık duymadan yapmak. Şüphesiz internet gün içinde zaman ayırdığımız önemli bir yer. Ama bunun için ne tür şeylerden mahrum bırakıyoruz kendimizi bu düşünülmesi gerek gibi hissediyorum, bence, şahsen, bana göre, benim fikrim, i think, i guess yani.

1 Şubat 2011 Salı

Yaralar

  Çocukken çok hıpır olmasam da hareketli bir çocuktum. Haliyle özellikle yaz dönemlerinde bol miktarda yaram olurdu. Onun iyileşmesini izlemek merak yaratan bir süreçti. Her sabah kalkıp onun değişimine bakmak, meraktan kabuğu soymak...
  Kaygısız günlerdi. Ergenlikteki gibi vücuttaki bir değişim dünyaları karartmıyordu. Heyecan vericiydi, dünyayı pıhtılaşmayı bilmeden keşfediyordum.

30 Ocak 2011 Pazar

Unisex Modanın Bedeli

  Türkiye ne kadar geriden takip etse de artık sokaklarda dar pantolon giyen erkekler, böğrü açık t-shirtler görebiliyoruz. ( Kadınlar dikkatimi çekmediği için unisex modada onlar ne alemde bilmiyorum.) Moda ve kıyafete dayalı cinsiyet rolleri giderek yıkılıyor. Bu gerçekten sevindici çünkü böylelikle heteroseksist kodlar da zarar görmüş oluyor. Peki bunun bedeli ne?
   Geçenlerde gittiğimiz clup 88 (alsancakta) birçok unisex kıyafetli erkek vardı. Amma velakin kimi kessem (stare anlamında) arkadaşım onun hetero olduğunu söyledi. Yani bu unisex modanın yarattığı belirsizlik kimin gay kimin olmadığını anlamayı da zorlaştırıyor. Bize de yeni stratejiler geliştirmek kalıyor. Tabi ki en önemli olanı bunu açıkça dile getirebileceğimiz bir dünyanın olması.^^

28 Ocak 2011 Cuma

Sosyal Bilimlerde Sınav

Bazen (özellikle sayısal bölüm okuyanlardan) amaan sözel bölüm mü yaz yaz geç işte gibi sözler geliyor kulağıma. Üzülüyorum. Parmaklarım yoruluyor izah etmeye çalışırken. Tabi ki bazı farklılıklar var ama ben sayısal alanda üniversite okumaya hakim olmadığım için (gerçi kendi alanımda da pek hakim olduğum söylenemez final notlarım baz alınırsa) sadece sosyal bilimlerle alakalı derslerden bahsedeceğim.
   Soruları algılamada hatalar, istenileni yanlış anlama ihtimali söz konusu. Yöntem yazılı sınav olduğu için ifade biçimi kurulan cümlelerle oluyor ve bilgi aktarımı öyle sağlanıyor. Bunun için de iyi bir kelime haznesi, kavramlara hakim olma ve bunları soruda istenen şekilde kullanma yetisi gerekiyor. Hele felsefe gibi bölümlerde bunun için ders içi ve dışı çok okuma yapmak gerekiyor (buradan mimar sinan'da felsefe okuyan Sema'ya sevgiler). Yazdın diyelim, sonra iş hocanın algısına kalıyor. Tabi ki bu konuda profesyonel davranan hocalar var. Ama bir ölçme aracı oluşturmak mümkün değil. O zaman da bilgi ve kavrama düzeyinde sorular sormak gerekiyor ve bir ünivesite sınavı için yavan kalır. Sınıfın kendi içerisinde yaşadığı sınav çatırmalarını sayfa savaşları yazımda ayrıntılı açıklamıştım. Eklemelerinizi de bekliyorum. ^^

26 Ocak 2011 Çarşamba

Mini Çakal Satış Stratejileri

   Yıllardır sustum insanların ekmeği ile oynamamak için ama artık yeter. Küçük esnaf, nefret ettiğim satış tekniklerinizi açıklıyorum. Bir millet uyanıyor (cc tansaş). İnsanlar artık bunlara kanmayacak.
 1. Bir ürünün fiyatı soruluğunda x fiyata ama size y 'ye olur. Bu şekilde pazarlık yapmak daha pişkin bir hal aldığı için pazarlığın önünü tıkıyorlar. Hem neden bana sana ucuz, ne tür bir pozitif ayrımcılık içerisindeyim?
 2. x lira yeterli. Özellikle berberler çok yapar. Yeterli ne demek? Emeğine bir fiyat biçiyorsan bunu içselleştirmelisin. Hala yetmediğini düşünüyorsan yada bu fiyata lütuf için yapıyorsan bir sorun var demektir.
 3. Kiloyla satılan ürünlerde kilosu 75 kuruşsa 1 liralık yapmayı teklif etme. Yapmayın efendim, 1 liralık yenmiyor, çürüyüp kalıyor sonra.
4. Şekildekini açıklamaya gerek yok sanırım. Nitekim küçük esnaf
PS: 39,90'ın yarısı 19,95 oluyor.

25 Ocak 2011 Salı

Su Birikintileri ve Yağmur

   İzmir kış anlamında ne kadar iyi bir üne sahip olsa da, bilen bilir ki İzmir'in yağmurları ve altyapısı bunu fazlasıyla telafi etmektedir. İzmir'de yağmur başladımı dinmek bilmez üstelik heryer kısa bir süre içerisinde bir gölete dönüşür. Bir de üstüne üstlük yağmur dindiği gibi sular ne hikmetse yarım saate çekilir. Siz bu sürecin içinde kaldıysanız işte o zaman geçmişiniz ve fiziksel yeterliliklerinizle yüzleşmeniz gerekir.
   Ben çocukken yaşadığım anksiyetelerin büyük bir kısmını ayakkabılarıma su geçirerek yaşamışımdır (abartı). Annemin azarlamaları, bir yandan yardım ederken bir yandan burnumdan getirmesi, bende su birikintilerine karşı büyük bir kaygı uyandırdı.
   Teknik olarak da ayakkabı zor kurur. Ayağın ıslak kalması karın ağrısı yaratabilir. Erken müdahale edilmediğinde ayakkabı veya çorapta koku ve çürümeler başlar. Ama popüler kültür bunlardan bihabermiş gibi sürekli yağmurda gezmeler, çapır çupur sularda koşmalar, ayakkabı ile denize atlamalar empoze ediyor. Can bu çekiyor tabi. En son yolda yürürken birikintilere göre yürüme yörüngesini değiştirmeden giden liseli gördüm ve çok kaygılandım, takdir de ettim keratayı. Sulu ayakları üzerinde durabiliyor. Bense yüz yolda cambazlık yapıyorum en ufak bir birikinti için. Hayat hiç adil değil, değil mi? (Biterken it's raining men çalıyordu.)

23 Ocak 2011 Pazar

İzole

  Pirincim böceklenmiş. Bu sabah onu fark ettim. Garip uzantıları olan böcekleri elimle ayıkladım.
  Salçamın üstü küflenmiş, kaşıkla küflenen yerleri alıp çöpe attım.
  Kahvaltı yaparken yer kırıklanmış, peçete ile onları temizledim.
  Alaturka tuvaleti kullanırken iyi isabet ettirememişim, dışkımla yüzleştim ve fırçayla temizledim.
  Yıkanma kabininin giderindeki  saçlarımı poşetle aldım.

21 Ocak 2011 Cuma

Ev Gezmesi

  Dün uzun zamandan sonra sınıftan yakın bir arkadaşımın evine kendimi davet ettirme çabalarım sonuç verdi ve ev gezmesine gittik.^^ Fakat şöyle bir handikap yaşadım. Genelde muhabbet ettiğim insanlara out olduğum için rahat davranır ve konuşurum. Uzun zamandır da ailemin yanına dönmedim. Bir pot kırma ve arkadaşımı zor durumda bırakma endişesi ile gittim. Ama ilginç bir ruh haliydi. Nereden nereye diye düşündüm. 3 yıl öncesine kadar kendimi hep farklı ifade etmeye çalışırken şimdi out olmadığım bir ortamda pot kırmamaya çalıştım.^^

Karaoke

   Dün Türkiye'de bir karaoke bardan neler beklenmeyeceğini anladım. İlki yazdığınız listedeki şarkıların çalmasını asla beklemeyin, bu diğer insanların listesi çalınıyor olmasından dolayı da değil. İşletmeler her şarkıyı ayrı ayrı bulmakla uğraşmak istemiyor. Kafalarına göre çalıyorlar. Hasbel kader ( kader icabı) denk geliyor. İkincisi; elitist beklentilerle gitmeyin. Karaoke barlar popülist listelerle dolu. Serdar Ortaç ve Demet Akalın'a tahammülünüz yoksa gitmeyin. Üçüncüsü; şarkıyı sahiplenmeyin söylemek üzerine bir hegomonya kurmayın. Her masada bir mikrofon oluyor ve sesiniz kalın değilse kolonlardan çıktığını duymak diğer kişilerin sesine göre mümkün olmayabiliyor. Bunun için ben şöyle bir strateji geliştirdim. Şarkının ikinci kısmında mikrofonu elime alıyorum, diğerleri ya sıkılmış ya yorulmuş oluyorlar.^^ Peki işin aslı nasıl? Ahanda aşağıdaki gibi.
   Çıkış noktası Japonya olan bu eğlence türü aslında her gruba ayrılmış odalarda yapılır. Odanın mekanla irtibatı da sadece bir telefonla olur. İçecek istemek için el kol yapmak zorunda olmazsınız. Tabi çıkış noktasının Japonya olması beni düşündürüyor. Toplulukçu bir kültür ve karaoke bireysel söylenen bir sistemde. Acaba bu ön planda olma ve kendini gösterebilmek isteklerinin bir dışavurumu olarak mı ortaya çıktı. Çünkü yaptığın altı üstü şarkı söylemek. Bunun için barlar, şirketler, makinalarr kurulması düşündürücü... (`O`)


20 Ocak 2011 Perşembe

Gavur İzmir :D

  Dün 2 yakın dostumla Bostanlı (İzmir) pazarına gittik. Arkadaşlarımdan biri çorap alacaktı bir tezgahta oyalandık, satıcıyla muhabbet vb. derken 2 çocuğu olduğunu birinin Kıbrıs'ta, diğerinin Denizli'de okuduğunu söyledi. ( Kadın çorapları satarak 2 çocuğu şehir dışında hatta birini Kıbrıs gibi pahalı bir yerde nasıl okutuyor hayret.) Ben de amca ile yakınlık olsun diye "Allah zihin açıklığı versin" dedim, yaşını da göz önüne alarak. Sen misin diyen. Amca ateist çıktı. Duayla onla bunla birşey olmayacağından, bilimin üstünlüğünden bir girdi, Atatürk'ten bir vecize ( "ayetleri sureleri değil bilimi kıstas alın" gibi birşey dedi adam.) ile bitirdi. Nitekim ben de ateistim ama söylediğim cümlenin amacı sadece sosyal yakınlık oluşturmaktı. Hayatımda dumur olduğum ( Bu dumur da kimse!) örnek anlardan biriydi.
PS: Bostanlı pazarı pahalılanmış. Mağazalar indirimde, pazar mağaza ile aynı fiyatta hatta bazı ürünler daha pahalı. Bir pazarın adı sosyete pazarına çıkmayayazsın. 

17 Ocak 2011 Pazartesi

Sınırdaki Kimlikler

     Efendim, tv'de hangi olgunun ele alındığı bir dizi çıkarsa çıksın hemen tartışmalar başlıyor. Yok bu dizi insanları şuna buna sürükler vb. De, toplum hayatını ve kimliğini tv'den izlediği dizilerle değiştirecekse burada başka bir sorun var demektir. Nitekim devlet politikasının ve eğitim sisteminin despotça oluşturmaya çalıştığı pasif insan profilinin kendi içindeki çıkmazları olarak görüyorum bu durumu. Zaten bize dayatılan bir kimliği istikrarlı tutmak için kendi yaralarını bantlıyor. Bu noktada  sınırdan kaçak olmaması için de kapitalizmin yapı bozuculuğu ile karşı karşıya kalıyor.
  Seviyorum ahlaksız dizileri. Genel ahlak kimin ahlakı sloganı ile yazımı sonlandırıyorum.

15 Ocak 2011 Cumartesi

Gınâ Nereden Geliyor?

   Küçük bir kasaba varmış ve oradaki bütün kadınlar çok iyi komşuluk ilişkileri içerisinde yaşarlarmış. Fekat Jena (okunuşu Cina) adındaki kadından kimde haz etmezmiş. O da saf biri olduğu için bunu anlamaz, nereye gidiliyorsa peşlerine takılırmış. Komşular bu durumdan bıkmışlar ve gene Jena gelmiş. Gel zaman git zaman birşeyden bıktıklarında hep Jena,jina,gina geldi demişler.

13 Ocak 2011 Perşembe


12 Ocak 2011 Çarşamba

Sayfa Savaşları

  Bugünkü sınavda resmen bir psikolojik meydan muharebesi yaşandı. Sınav başladı, 4 soru var (sözel) ve cevapları da kısa sayılmaz. Fekat sınav başlayalı 15dk oldu olmadı biri 2. kağıdı istedi, bu sınıfta suya düşen bir damla etkisi yarattı. Sonra herkes ard arda kağıt istemeye başladı. Etrafıma bakıyorum millet elindekini yarılamamış 2. kağıt alıyor. Nasıl bir avunma mekanizması nsl bir rekabet bir ben hissediyorum. Çünkü snvdan o kadar kopuğumki bu süreci gözlemleyerek vakit geçiriyorum.
  Nitekim bir sınavda yazacak birşey düşünürken etraftaki herkesin kağıda gömülmüş birşeyler yazdığını görmek de çok sinir bozucu. İkinci kağıda geçmedim, zaten yazımda küçük. Kağıdın sonuna PS şeklinde umarım bir sayfaya yazmamın niteliğini değerlendirmeyi etkilemeyeceğini yazdım. Çünkü sanırım bir kağıt veren birtek bendim. Öyle olmasa bile ben o kadar yalnız hissediyordum.
PS: Resim cuk diye oturmasının hazzını yaşıyorum yazmaya başladığımdan beri. Read or Die Adlı animeden bir karakter.^^

11 Ocak 2011 Salı

Kadınlar ve Akademik Başarı

  Kadınların ÖSS'de daha başarılı oldukları bir gerçek. Kadın sayısı fazla olan bölümlerin başarı ortalamasının daha yüksek olduğu da bir gerçek. Üstelik kadınlar erkeklerden daha fazla sınav kaygısı yaşıyorlar.
  Ben bunu, toplumda erkeğe kendini ispatlaması için sunulan birçok fırsat varken kadının kendini ispatlayacabileceği şeylerin daha sınırlı  olması ile alakalı olduğunu düşünüyorum.

10 Ocak 2011 Pazartesi

Haftaya Kemeraltı ile Başlamak

Final haftamın ilk günü on beş dakika ara ile girdiğim 2 sınavın ardından örgütlü olduğum lgbt derneğine gelen isveçli misafirlerimize Kemeraltı'nda eşlik etmek için öğleden sonramı orada geçirdim. 4 yıldır İzmir'de olmama rağmen hiç bu kadar dip bucak gezmemiştim. Çok zevk aldım.
   Kolonyacıya girdik, amcanın mezuniyet belgeleri, gençlik resimleriyle... Bir esnaf yerli olunca ayrı bir tınısı oluyor sanki. Uzun zamandır bu işi yapıyormuş. Para göz bir tüccar edası ile değil, zanaatçi emeği ile.  Fantastik bir boyutu vardı gezintimizin. Yabancı misafirlerimizin olması da bunda etkili olabilir tabi. Moderniteden bir süre uzak kalmak iyi geldi sanırım. Tüm bünyelere tavsiyemdir. Kıyafet bölümünden kurtulun ve Kemeraltı'nın ara sokaklarını keşfedin.^^

9 Ocak 2011 Pazar

Muğlak Yönelimli Aşklar

     Hayatta beni en çok yoran durumlardan biri hoşlandığım kişinin cinsel yöneliminden emin olamamamdır. Lisede 4 yıl boyunca heteroseksüel birine aşık olmanın verdiği ızdıraplar bunda etkili olabilir ama bu yorgunluk onu atlatamamamla alakalı değil.
   Kapitalist bir tabir olacak ama, hepimiz ilişkilerimiz için  beklentilerimiz doğrultusunda yatırımlar yaparız. Ve karşındakinin yönelimini bilmediğinde bu durum ya umut üzerinden hareket etmene sebep oluyor yada aşkınla ilgili çok daha ciddi motivasyonların var. Ki karşımdakinin hetero çıkması ve bütün aşkımın suya düşmesi ihtimalini düşünmek benim motivasyonumu ciddi derecede düşünüyor.
   Bu durumda çok fazla seçenek kalmıyor. Ya hayal kırıklığı yaşamaktan korkup ilişkiyi geliştirmekten vazgeçeceksin, ya direk out olacaksın (ki bu riskli de), ya da fırsat tanıyıp göreceksin ( bu daha çok bağlanmanı ve reddedildiğinde yaşayacağın acıları da arttırabilir), ya da bu kadar kötü düşünmeye gerek yok. Out olduğunda o da bunu aylardır bekleyen ve cesaret edemeyen bir lubun olarak dolabından çıkıp dudaklarına yapışacak. ^^ Tabi bu kararı herkes kendi yaşantısına, olası risklere, potansiyel sevgili adayına ve değişkenlere göre karar vermeli. Mutlak aşk dileklerimle....

7 Ocak 2011 Cuma

Mastürbasyon Heteroseksüelliğin Neresinde?

Ergen heteroseksüel erkek muhabbetlerinden biri olan mastürbayondan bende nasibimi aldım lise yıllarımda. Benim bunu yapmadığımı düşünerek soru soruyorlar, sonra da şaşırıyorlardı. Eşcinsellerin mastürbasyon yapamayacaklarını düşünüyorlar zaar. Bunun altında yatan sebebi de cinselliğin sadece vajinal bir birleşmeyle olabileceği Kalıbından beslendiğini düşünüyorum. Kaç hetero erkek mastürbasyon yaparken partnerine oral seks vb. yapmayı hayal ediyor bunu da merak ediyorum doğrusu. Bir çoğunun dünyası penisinin etrafında dönüyor.

6 Ocak 2011 Perşembe

Müzik Eşliğinde Ateşe Körükle Gitme







 İffet filminin Youtube'ta yüklü 4. partına yazılan bir yorum." Müzik eşliğinde" ne yaa? :D Bu cümleyi kim üzerine alınmalı, yönetmen mi? Şahıs müziğin stüdyoda değilde bütün mahallede çaldığını zannediyor sanırım.

Japon Taş Bahçeleri

   Dünya bu kadar kendine yetemezken hala peysajların ve şehir planlamacılarının çimli alanlar yaratmaya çalışmalarını anlamıyorum. Temiz içme suyu bulamayan milyonlarca insan varken, sırf görsel zevkler uğruna galonlarca su harcanıyor.
   Ben Japon kültüründe olan taş bahçeleri çok daha estetik buluyorum. Çünkü her bahçenin kendine göre okuması var. Nesnelerin yaydığı enerjilerin dalgalanması, alanın çeşitli yöntemlerle betimlenmesi. Ben bir resim sunuyorum ilgilenenler araştırabilir.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Yaprak Dökümünün En'leri

En İyi Kadın Oyuncu: Leyla
En İyi Erkek Oyuncu: Tahsin
En Şık Kadın Oyuncu: Ferhunde
En Şık Erkek Oyuncu: Cem (Merhum)
Feleğin Çemberinden En Çok Geçen Kadın Karakter: Nejla
Feleğin Çemberinden En Çok Geçen Erkek Karakter: Şevket
En Silik Karakter: Ayşe (Ailenin en küçük kızı)
En Akıllı Karakter: Ferhunde
En Ölümsüz Karakter: Ali Rıza Bey
En Saf Karakter: Sedef
En Patavatsız Karakter: Cevriye Hanım
En Kuruntulu Karakter: Hayriye Hanım
En Allah Affeder Ben Affetmem Karakter: Fikret